Obezite, insanlık tarihi boyunca seyrek rastlanan ve genellikle bolluk ile refahın bir işareti olarak kabul edilen bir durumken, günümüzde küresel bir halk sağlığı pandemisine dönüşmüş durumda. Tarihsel kayıtlar, yiyecek kıtlığının yaygın olduğu dönemlerde şişmanlığın bir statü göstergesi olduğunu ve nadiren görüldüğünü belirtiyor. Ancak bu algı, Sanayi Devrimi ile başlayıp hız kazanan köklü toplumsal ve çevresel değişimlerle tamamen altüst oldu. Tarım ve endüstrideki makineleşme, gıda üretimini inanılmaz bir seviyeye çıkarırken, aynı zamanda iş gücünü ofislere taşıyarak fiziksel aktiviteyi büyük ölçüde azalttı. Bu tarihsel dönüşüm, obezitenin nadir bir durum olmaktan çıkıp, gezegenimizin karşılaştığı en büyük sağlık sorunlarından biri haline gelmesinin temelini attı.
Bu küresel dönüşümün merkezinde, uzmanların "Beslenme Geçişi" adını verdiği olay yatıyor. Kolonyalizm ve küreselleşmenin etkisiyle, yüzyıllardır süregelen geleneksel, genellikle bitki bazlı diyetler; ucuz, kalori yoğun ve besin değeri düşük işlenmiş gıdalarla yer değiştirdi. Küresel gıda şirketlerinin pazarlama gücü ve politikaların yönlendirmesiyle, şeker, rafine tahıllar ve sağlıksız yağlar herkes için erişilebilir hale geldi. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kronik hastalıkların (diyabet, kalp hastalıkları ve obezite) hızla artmasına yol açarak, obezite krizini bir "zengin ülke hastalığı" olmaktan çıkarıp, küresel bir eşitsizlik sorununa dönüştürdü. Artan kentleşme ve sedanter yaşam tarzı, bu beslenme değişikliklerinin olumsuz etkilerini daha da derinleştirdi.
Modern teknolojik gelişmeler, obezite pandemisinin yayılmasında bir katalizör görevi görüyor. Dijitalleşme, akıllı telefonlar ve uzaktan kumandalı ofis işleri, günlük enerji harcamamızı dramatik bir şekilde düşürdü. Öte yandan, yiyecek sanayiindeki yenilikler, yemeği hiç olmadığı kadar hızlı ve kolay erişilebilir kıldı; bir mobil uygulama ile dakikalar içinde kapımıza gelen hazır gıdalar, dürtüsel ve aşırı tüketimi teşvik ediyor. Bu durum, bireysel iradenin ötesinde, içinde yaşadığımız "toksik gıda ortamı" kavramını ortaya çıkarıyor; yani bireylerin sağlıklı seçim yapmasının çevresel faktörler nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldiği bir sistem.
Bugün, dünya genelinde obezite ile yaşayan insan sayısı 1 milyarı aşmış durumda ve bu sayının büyük bir kısmı düşük ve orta gelirli ülkelere kayıyor. Bu durum, obeziteyi yalnızca bir yaşam tarzı sorunu değil, aynı zamanda derin küresel eşitsizlik ve sürdürülebilirlik krizi olarak konumlandırıyor. Bazı yüksek gelirli ülkelerde artış hızı yavaşlarken, küresel güneydeki hızlı yükseliş devam ediyor. Uzmanlar, bu krizi durdurmak için bireysel çabaların yeterli olmadığını, bunun yerine sistemik müdahalelerin gerektiğini vurguluyor. Gıda vergilendirmeleri, çocuklara yönelik reklam düzenlemeleri ve okullarda beslenme eğitimi gibi politika değişiklikleri, bu pandemiyi kontrol altına almanın tek yolu olarak görülüyor.
Sonuç olarak, obezite krizi, insanlığın evrimsel geçmişi, endüstriyel hırsı ve modern teknolojinin birleşimiyle ortaya çıkan çok katmanlı bir pandemidir. Bir zamanlar "zenginlik" anlamına gelen şişmanlık, bugün toplumsal refahı tehdit eden bir hastalık yükü haline gelmiştir. Gelecekte, obezite ile mücadele; sadece tıbbi tedavi ve bireysel diyetlerden ibaret olmamalı, aynı zamanda gıda politikalarının, kent planlamasının ve küresel ticaret kurallarının kökten yeniden değerlendirilmesini gerektiren kolektif bir sorumluluk olmalıdır. Geleneksel diyetlerin ve yerli gıda sistemlerinin yeniden canlandırılması, bu küresel krize karşı önemli bir fırsat sunmaktadır.
ELİF NUR GEZER ÖZEL HABER